Teotihuacan, günümüzden 2000 yıl önce Amerika kıtasında bulunan en büyük kentti. Orta Meksika platosu üzerinde 20 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor ve takriben 200.000 kişilik bir nüfusu barındırıyordu. Bir rahipler kastı, tüccarları ve çiftçileri olan karmaşık bir toplumun merkezi konumundaydı. Bütün bunların yanında tarihte kendine müstesna bir yer edinmiş pek çok kadim şehir gibi saraylara, dükkanlara, pazar yerlerine, su yollarına ve etkili bir kanalizasyon sistemine de sahipti. Öyle ki bugün Buckingham Sarayı'nın yanında bulunan gezi yolu, Teotihuacan'da bulunan ay piramidi'nden öteye doğru bir pist gibi 3 kilometre boyunca uzanan geniş ölüler yolu'nun yanında tabiri caizse patika gibi kalmaktadır. Ölüler yolu geçmişte bir tür beton ile kaplıydı ve hemen yanında düzenlenmiş meydanların zemini ise renkli sıva kullanılarak dekore edilmişti. Yolun kuzey ucunda konumlanmış olan ay piramidi'ne ek olarak, doğu kanadında yaklaşık 800 metre ileride daha da büyük bir yapı olan güneş piramidi bulunmaktadır. Söz konusu iki piramit, Mısır'ın gize kentindeki iki büyük piramitten sonra antik dünyanın insan elinden çıkmış en büyük yapılarıdır. Ölüler yolu'nun her iki tarafında daha küçük piramitler düzenli aralıklar ile göz alabildiğince uzanmaktadır. Her piramidin bir yüzeyinde zirveye kadar çıkan dik bir merdiven inşa edilmiştir ve piramitlerin düz ve kare biçimli zirvelerinde, kentin faal olduğu dönemde aktif bir şekilde kullanılmış olan birer sunak bulunmaktadır.
Mevzu piramitlerin bir kısmı arkeolojik çalışmaların akabinde yeniden gün yüzüne çıkarıldı ve orjinal yapıtaşları olan volkanik kaya blokları kullanılarak tekrar inşa edildi. Yürütülen kazı çalışmalarının sonucunda neredeyse her piramidin altında birer erkek iskeleti bulundu. Bu iskeletlerden bazılarının elleri arkadan bağlanmış ve diz çökmüş haldeydi. Yine iskeletlerin çoğunun boynunda altı ya da yedi adet insan altçene kemiğinden yapılmış kolyeler bulunuyordu. Bu piramitler hiç de Mısır'daki benzerleri gibi birer anıt mezar olması için inşa edilmiş gibi gözükmüyordu ya da öldükten sonra "öteki dünya"ya giden büyük bir insanı korumak için yapılmışa benzemiyordu. Bilakis teotihuacan piramitlerinde kalıntıları bulunan kimseler, bu kentte yaşayan ve tapınan insanlar tarafından öldürülmüşlerdi. Söz konusu kişilerin katledilme sebebi ise kent halkının, kurbanların vücutlarının piramitleri koruyacak ruhları içerdiğine inanmalarıydı.
M.S. 700 yılına gelindiğinde ise şehirde esrarengiz bir felaket vuku bulur ve bu gelişen kent saldırıya uğrar, yakılıp yıkılır. Saldırıyı gerçekleştirenler muhtemelen komşu kentin sakinleri tolteklerdir ancak şehri işgal etmemişler ve yağmanın akabinde çekip gitmişlerdir. Hayatta kalan teotihuacan sakinleri kentlerini terk etmek durumda kalırlar fakat dinsel uygulamaları yöre halkı tarafından kuşaktan kuşağa aktarılmaya devam eder. Onlardan geriye kalan bir başka şey de kenti süsleyen yazıt ve piktogramlardır... Aradan 500 yıldan fazla bir zaman zarfı geçer ve 13. yüzyılın ortalarında, batı orta amerika'dan yeni bir kabile halkı bölgeye çıkagelir. İlk bakışta önemsiz göçebeler gibi gözüken bu topluluk; söylenceye göre düzlükleri, bataklıkları ve çölleri geçmiş ve kendilerine vaadedilmiş olan topraklara gelmişlerdir. Dönemin şartlarında mükemmel bir askeri hüviyete sahiptirler ve kendilerine ılımlı yaklaşmayan çevre halklarını savaşarak bertaraf ederler. Başlangıçta bir kralları yoktur ve kabilelerinin tanrısı olan huitzilopochti'yi göçtükleri her yere dört rahibin omuzlarında taşıyarak götürmektedirler. Muhtemelen yolculukları esnasında tanrılarının kulaklarına Meksika ismini fısıldadığı bu halk, Aztekler'den başkası değildir.
Bugün Mexico kentinin etki alanı içerisinde bulunan bölgeye yerleşen Aztekler, çok geçmeden teotihuacan'ın gizemli kutsal kalıntılarıyla karşılaşırlar. Bu eski yapılar, onları derinden etkiler; binaenaleyh huitzilopochti'nin yanı sıra kentin kadim tanrısı tüylü yılan quetzalcoatl'ı da tanrılar panteonuna müdahil ederler. Ayrıca seleflerinin pek çok kurban ayinini de benimsemekten geri kalmazlar. Daha sonraki süreçte ise askeri becerilerini ve daha önce çevre halkların hükümdarlarına paralı asker olarak hizmet vermiş olmalarının sağladığı avantajları kullanarak ivedi bir biçimde imparatorluk hüviyeti kazanırlar. Artık sıra kendi piramitleri ile süsleyecekleri başkentlerini inşa etmeye gelmiştir.
Aztekler, neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar orta amerika'nın o zamana kadar gördüğü en güçlü imparatorluk haline gelir. Bu bakımdan, zaman açısından aynı dilimde olmamak ile beraber, mezopotamya'daki kadim imparatorluklar ile büyük benzerlikler göstermektedir. Karmaşık bir altyapıya sahip olan, komşu kabileleri vergiye bağlayan, katı yasalar yapan, rahipler ve ayrıcalıklı soylular tarafından yönetilen bir toplum aztekler, son tahlilde kendilerine aynı zamanda tanrı da olan bir imparator seçmeye karar verirler.
Ancak selefleri gibi aztekler'in de orta amerika'nın kadim uygarlıklarının uyguladığı kanlı ritüellerden geri kalmadıklarını hatta tabiri caizse "kana doymadıklarını" söyleyebiliriz. inançları doğrultusunda aztek rahipleri merdeyse her gün birilerini öldürerek, yeri geldiğinde de kendi kanlarını dökerek (inanışlarına göre en değerli metalardan biri de rahip kanıdır) tapındıkları tanrılarını memnun etmeye ya da öfkelerini dindirmeye çalışmıştır. Keskin obsidyen bıçaklar ile kendi vücutlarını kesmekte, dikenler ya da sivri kemik parçaları ile kulaklarını, kollarını defalarca delmekte veya dillerine derin kesikler atmaktadırlar. Öyle anlaşılmaktadır ki rahipler kendilerini kurban etmeyi bir tür simgesel ölüm olarak görmekte ve bu sayede hayatlarını sürdürmelerine izin veren tanrılara "borçlarını ödediklerini" düşünmektedirler.
Mexico'daki antropoloji müzesi, beynelmilel üne sahip bir esere ev sahip yapar: güneş taşı. yaklaşık beş metre çapındaki bu yontulmuş sert kırmızı kumtaşı diskin çevresinde aztek takviminin 20 günlük döngüsünü temsil eden bölmeler bulunur. Diskin ortasına seçme genç savaşçıların birbirleriyle dövüşmesini canlandıran bir sahne işlenmiştir. Diskin tam orta noktasında ise savaşçıların verdiği mücadelenin fonunda tanrı xiuntecuthli'nin yüzü görünmektedir. Xiuntecuthli, her iki elinde birer insan kalbi tutmaktadır ve dışarı doğru uzattığı diline bir ayin bıçağı saplıdır.
Yukarıda da bahsini geçirdiğimiz üzere aztekler için en önemli dinsel törenlerden biri hatta belki de en önemlisi, insan kurban edilmesidir. Cortes'in meksika'yı dize getiren fatihlerine eşlik eden papazlar gözlemlerinde; piramitlerin kurbanların kanıyla kızıla ve kahverengiye boyandığını belirtir. Yazılı kaynakların aktardığına göre koku öylesine kötü ve kesiftir ki ispanyollar aztek kentlerini daha uzaktan görmeden kokusunu almaktadırlar. Azteklerin ritüelleri esnasında kurban ettikleri kurbanların ekseriyeti tutsak edilmiş savaşçılardır ancak zaman zaman bakireler ve hatta çocuklar da bu korkunç ve insanlık dışı ölüme kurban gitmişlerdir. Aztekler, kurban edilen kişilerin cennette güneş tanrısı'na katılmadan önce sinekkuşu'na dönüşeceğine inanmaktadırlar ve tören zamanı gelene dek, bu kimselere bazen aylarca kimi zaman da bir yıl boyunca bakmaktadırlar. Ayrıca ayinsel bir yıkama ve arındırma işleminin akabinde kurbanlara, piramidin tepesine çıkarılıp da infaz edilene dek "tanrı" muamelesi yapmaktadırlar. (İnfazın detayları "insanlık dışı ve dilin tasvire varmadığı kertede olmasından mütevellit bu satırlarda yer vermiyorum.)
Bir başka kaynakta ise görgü tanığı olduğu sanılan peder deigo duran'ın tasvir ettiğine göre gladyatör dövüşleri'ne benzeyen bir öldürme yöntemine de Aztek savaşçılarının arasında sıkça rastlanmaktadır. Bbu ritüelde bir savaş tutsağı yuvarlak bir taşa bağlanıyor ve seçme bir Aztek savaşçısına karşı kendisini savunmaya zorlanmaktadır. Tutsağa "tüyden" yapılmış bir kılıç verilmekte, Aztek savaşçısı ise zırhını kuşanmakta ve eline aslına göre sadece ucundaki keskin obsidyen bıçakları eksik olan iri bir sopa almaktadır. Bbazı savaş tutsakları ise bir direğe bağlanmakta ve ölene kadar ok yağmuruna tutulmaktadır. Şunu da ifade etmekte fayda var ki bahsini geçirdiğimiz infaz ayinleri diğerlerine nazaran tabiri caizse en "hafifleridir". Aztekler, gerçek anlamda havsalamızın alamayacağı derecede korkunç yöntemler ile insan kurban etmişlerdir. Pek çok kurban töreni ise yamyamlık ile noktalanmaktadır.
Kuşkusuz, bu tür törensel etkinliklerin önemini, bilhassa modernite sonrası, algılamak ve idrak etmek zordur. Azteklerin, tanrıların evrenin işleyişini sürdürmesini sağlamak için "insan kanı" istedikleri doğrudur. Bu tür olayların ayin katılımcılarına günahlarından arınma fırsatı sunuyor olması da muhtemeldir. Antropolog micheal harner , insan kurban etme uygulamasının tüm orta Amerika halkları arasında yaygın olmasının sebebinin bölgedeki insanların tükettikleri besinlerde az miktarda protein olduğu iddiasını öne sürer. ancak bilinmektedir ki örneğin Aztekler, pek çok evcil hayvan türüne sahip olmasalar da bakliyat ve fasulye türü bitkileri yeterli ölçüde temin edebilmektedir. Filhakika pek çok aztek kurban ayini de bu tür yiyeceklerin bol olduğu hasat mevsiminde gerçekleştirilmektedir. Üstelik ilk İspanyol fatihlerden öğrendiğimiz kadarıyla kurbanlar, beslenme konusunda pek de fazla problem yaşamayan soylular tarafından tarafından "yamyamlığa" maruz kalmaktadır.
Kurban ayininin gücü büyük ölçüde siyaset ve dinin bileşiminden ileri gelmektedir. aztekler için geçerli olan şey muhtemelen tarihöncesi toplumlar için de aynı derecede geçerlidir. Aztek kralları yalnızca tanrılar hüküm sürmelerini istedikleri için iktidardadırlar ve binaenaleyh kral, rahiplerin koruyucusu ile tapınakların bekçisi hüviyetini takınmaktadır. İnsan kurban etme uygulaması, o dönemin şartlarında ritüelin insanların yüreğine korku salması bir tarafa, tanrılar ve devlet arasındaki bağlantıyı göstermenin de etkili bir yoludur. Mevzu "gösteriler" halkın nazarında tanrılar tarafından krala verilmiş olan yönetme yetkisinin pekiştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu ayinler, devletin otoritesini güçlendirmek adına ziyadesiyle etkili bir "araç" vazifesi görmüş olmalıdır.
Azteklerin kurban ayinlerinin korkunç ayrıntıları, söz konusu ritüellerin nispeten yakın zaman içerisinde (hernan Cortes, Michelangelo'nun sistine şapeli'ndeki resimlerini tamamlamasından yaklaşık 10 yıl sonra 1519'da orta Amerika'yı işgal ettiği zaman) sona erdiği düşünüldüğünde, göze çok çarpıcı görünür. Avrupa aydınlanması tüm hızıyla sürerken, aztekler hala baal ya da marduk'u onurlandırmak için yapılan türden pagan ayinleri düzenlemektedirler. Belki de batı uygarlığı altın buzağı'nın Musa zamanında reddedilmesine sanıldığından daha çok şey borçludur ...